Fatma Tokur
Uzm. Klinik Psikolog Fatma Tokur

Anksiyete Görünmez Dalgaların İçinde – Bir Psikoloğun Sohbeti

Anksiyete, seans odasında en sık karşılaştığım misafirlerden biri. Kapıdan içeri giren danışanım çoğu zaman “Sebepsiz bir huzursuzluk var içimde” der ve derin bir nefes alır – o nefes, kuvvetini toplamak için verilen minik bir moladır. Çünkü anksiyete, dışarıdan bakıldığında görünmez, ama içerde yankılanan bir fırtına gibidir: Kalp hızlanır, avuçlar terler, zihin olabilecek en kötü ihtimalleri arka arkaya sıralar.

Anksiyete: Görünmez Dalgaların İçinde – Bir Psikoloğun Sohbeti


Anksiyete, seans odasında en sık karşılaştığım misafirlerden biri. Kapıdan içeri giren danışanım çoğu zaman “Sebepsiz bir huzursuzluk var içimde” der ve derin bir nefes alır – o nefes, kuvvetini toplamak için verilen minik bir moladır. Çünkü anksiyete, dışarıdan bakıldığında görünmez, ama içerde yankılanan bir fırtına gibidir: Kalp hızlanır, avuçlar terler, zihin olabilecek en kötü ihtimalleri arka arkaya sıralar.

Öncelikle şunu hatırlatırım: Kaygı, doğuştan bize verilmiş bir alarm sistemidir. Yolda hızla yaklaşan bir arabanın sesini duyduğumuzda geri çekilmemizi sağlayan mekanizma aynı zamanda anksiyetenin de köküdür. Sorun, bu alarmın yanlış zamanda, yanlış şiddette ve ısrarla çalmaya başlamasıdır. O zaman sıradan bir ofis toplantısı bile vahşi hayvanla karşılaşmışız gibi tepki vermemize yol açar; bedenimizde adrenalin dolaşırken aklımızda tek bir cümle döner: “Ya baş edemezsem?”

Danışanım genellikle bu cümlenin yanına utancı da ekler: “Bu kadar basit şeyden korkmam saçma.” Oysa anksiyete asla “basit” değildir; biyolojisi, öğrenilmiş kalıpları ve hayat tecrübeleri iç içe geçmiş karmaşık bir dokuyudur. Ailede kaygı öyküsü olan biri genetik olarak daha hassas olabilir. Çocuklukta sürekli eleştirilen, “hata yaparsan sevilmezsin” mesajını alan biri, yetişkinliğinde en küçük belirsizliği tehdit gibi algılayabilir. Uzun süren işsizlik, kazalar, beklenmedik kayıplar – her biri beynin alarm eşiğini biraz daha düşürür.Seanslarımızda önce bu alarma kulak veririz. “Korktuğun senaryo gerçekleşirse ne olur?” diye sorarım. Zihin, felaket senaryolarını bir film şeridi gibi oynatır: rezil olmak, kontrolü yitirmek, panik atak geçirip herkesin içinde küçük düşmek… O filmi durdurup kare kare incelemek, onun yalnızca “ihtimal” olduğunu, mutlak gerçek olmadığını hatırlamanın ilk adımıdır. Bu noktada bilişsel-davranışçı teknikler devreye girer; düşüncenin peşine düşer, delil toplar, gerçeği çarpıtıp çarpıtmadığına bakarız.

Bazen düşünceyi değiştirmek tek başına yetmez; beden hâlâ alarmdadır. O zaman nefes egzersizleri, kas gevşetme, mindfulness gibi yöntemlerle bedene “tehlike geçti” mesajı göndeririz. Tıpkı fırtınadan sonra limana sığınmış bir geminin yelkenlerini toplaması gibi, sinir sistemi de yavaşça sakinleşir. Daha yoğun tablolar için ilaç tedavisi devreye girer; serotonin ve benzeri nöro-ileti kimyasallarını dengeler, bedenin boşuna alarm üretmesini önler.

Burada en sevdiğim benzetme şu: Anksiyete, beynin bekçi köpeğidir; görevi sizi korumaktır. Fakat bazen bu köpek en ufak ses duyduğunda da havlar, hatta siz eve geldiğinizde bile saldırıya geçer. Terapi, köpeğinizi eğitmeyi öğrenmektir – ona gerçekten hangi seslerin tehlike, hangilerinin sıradan yaşam gürültüsü olduğunu öğretiriz.

Kendinize iyi gelmek için küçük ipuçları da paylaşayım. Sabah uyanır uyanmaz ekrana bakmak yerine perdeleri açıp gün ışığına göz kırpın; biyolojik saatiniz “güvende” sinyali alır. Gün içinde yerinizden kalkıp kısa yürüyüşler yapmak, birikmiş adrenalin ve laktik asidi yakar, kaslardaki gerginliği çözer. Akşam yatarken “Bugün beni kaygılandıran düşünce buydu, buna rağmen yine de … yapabildim” diye yazarak günü kapatın; zihin tehdit-odaklı final yerine başarı cümlesiyle uykuya dalar. Ve en önemlisi: Olduğunuz hâl ile kendinize nazik olun. İç sesi “Yetersizsin” diye bağıran birine dışarıdan destek gerekebilir; bunun adı zayıflık değil, insan olmaktır.

Eğer anlattıklarımda kendinizden parçalar bulduysanız, tek başınıza savaşmak zorunda değilsiniz. Bir psikologla, psikiyatristle ya da güvendiğiniz biriyle konuşmak, alarm sisteminin düğmesini elle kapatmak gibidir – sessizlik bir anda gelmez ama ilk çıt sesi umut verir. Çünkü anksiyete ne kadar kalıcı görünse de, iyi düzenlenmiş bir terapi süreci ve doğru destekle dinginliğe evrilir. Fırtına diner, göğüs kafesinizdeki kuş sakinleşir, dünya yeniden yönetilebilir boyutlarına döner.

Unutmayın: Kaygı, hayatın dalgalarıdır; boğulmamak için yüzme öğrenilir. Ve siz, tam da şimdi, öğrenmeye başlayabilirsiniz.

Bu yazıyı paylaşın:

Fatma Tokur

Uzm. Klinik Psikolog Fatma Tokur

Amasya Merzifon'da çocuk, ergen, yetişkin ve ailelere yönelik psikoterapi hizmetleri sunuyorum.

Hakkımda daha fazla bilgi

Yorumlar

Yorum Yap

* Zorunlu alanlar

Yorumunuz onaylandıktan sonra görünecektir.

Yorumlar yükleniyor...